atatürk ün o zamanlar vatandaşı olduğu ülke
İşteİngiliz belgelerinde Atatürk! Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden 15 gün sonra dönemin
Anıtkabir Anıtkabir - Cumhuriyetin kurucusu Atatürk'ün anıt mezarı - - Tripadvisor'da Ankara, Türkiye bölgesi için 4.539 seyahatsever yorumunu, 19.057 samimi resmi ve büyük fırsatları görün.
Yunanistanda Doğum ile Yunan Vatandaşı Olunur mu? Yunanistan’da anne ve baba olarak 5 yıldan uzun süre ikamet ettiyseniz bu durumda çocuğunuz için vatandaşlık hakkı yaratabilirsiniz. Ülke sınırları içinde en az 5 yıl yaşamış olan bireyler Yunanistan vatandaşlığı almak için başvuru yaptığında ikametini kanıtlamalıdır. Çalıştığınız iş yeriniz, kira
MustafaKemal Atatürk’ün her zaman eğitime inanan biri olduğunu belirten Ivan Duque Marquez, “Toplumsal boşlukları kapatmanın en iyi yolunun her zaman eğitim olduğunu düşündü. Vatandaşı eğitimle güçlendirdi. Biz de son 4 yıldır Atatürk’ün yolundan giderek toplumsal uçurumu kapatmanın ana kaynağı olarak
Atatürkün Kazandırdığı Değerler Atatürk bilindiği gibi türk milletine birçok kazanımlar bırakmıştır. Kazandırdığı değerlerde temel amacı türk milletinin uygar topluluklar seviyesine ulaşmasını amaçlamıştır. Burada yapılan inkılapları tek tek saymayacağım ama yapılan yeniliklerden sonra topluma bırakılan kazanımlara ait bilgiler vermeye çalışacağım.
Mon Copain Est Sur Un Site De Rencontre.
Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde yer alan bilgilere göre, yurt dışında yaşayan 6 milyonu aşkın Türk vatandaşının yaklaşık 5 milyonu Avrupa ülkelerinde, geri kalanı ise Kuzey Amerika, Asya, Orta Doğu ve Avustralya'da bulunuyor. Türk vatandaşlarının Batı Avrupa ülkelerinin iş gücünü karşılamak için yaptığı göç 1960'ların ilk yıllarında başladı. Bu kapsamda, işçi akımının düzenli gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak ve göçmen işçilerin ve işverenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Türkiye Almanya ile 1961'de, Avusturya, Belçika ve Hollanda ile 1964'te, Fransa ile 1965'te ve Avustralya ile 1967'de iş gücü anlaşmaları imzaladı. Türk işçilerin Batı Avrupa'ya göçü 1974 yılına kadar devam etti. Bu tarihten itibaren iş gücü Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Körfez ülkelerine, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından ise Rusya Federasyonu ve Orta Asya ülkelerine yöneldi. 170 ÜLKEDE TÜRK VAR Türkiye-Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı'nın TAVAK verilerine göre, Avrupa'da 150 bine yakın Türk kökenli göçmenin kurduğu firma var. Bunların yıllık ciroları 50 milyar euro sınırına yaklaştı. Yatırımları ise 18 milyar Euro. Bu firmalarda 750 bine yakın işçi çalışıyor. Resmi verilere göre 132 ülkede Türklerin yaşadığı belirtilse de bu sayının 170 ülkeye ulaştığı kaydediliyor. 1 YILDA 9 BİN 780 İŞÇİ YURT DIŞINA ÇALIŞMAK İÇİN GÖNDERİLDİ Türkiye İş Kurumu İŞKUR verilerine göre, Mayıs 2017 ile Mayıs 2018 tarihleri arasında yurt dışında istihdam edilmek üzere 9 bin 780 Türk işçi gönderildi. Bunun 9 bin 752'si erkek, 28'i de kadın. Bu oranın büyük bir bölümünü Avrupa ve Asya ülkeleri oluşturuyor. Yine İŞKUR'dan edinilen bilgiye göre, yurt dışına gönderilen istihdamın büyük bir bölümü inşaat sektörü oluşturuyor. Onu sırasıyla, hizmet ve tekstil sektörleri takip ediyor. EN ÇOK AVRUPA ÜLKELERİ TERCİH EDİLİYOR Türk vatandaşları çalışmak için en çok Avrupa Kıtası'nda bulunan ülkeleri tercih ediyor. 2018 itibari ile Avrupa Kıtası'nda 1 milyon 39 bin 281 Türk işçi bulunuyor. Avrupa'yı 143 bin 325 kişi ile Amerika Kıtası, 166 bin 731 çalışan ile Asya, 34 bin 90 çalışan ile Avustralya, 16 bin 987 ile de Afrika Kıtası takip ediyor. EN FAZLA ALMANYA'DA Avrupa'da en kalabalık Türk nüfusu Almanya'da bulunuyor. 1 milyon 629 bin 480 Türk vatandaşının yaşadığı ülkede TAVAK'ın, konsolosluklara kayıtlı vatandaşların sayılarına dayandırdığı araştırmaya göre, 544 bin 382 Türk kökenli işçi çalışıyor. Ülkede Türkler en çok hazır yemek, sanayi, tekstil, ticaret, büro elemanı ve memurluk gibi iş kollarını tercih ediliyor. Ülkede işsiz olanların sayısı ise 141 bin 484. Almanya'yı yine bir Avrupa ülkesi Fransa takip ediyor. 459 bin 611 Türk vatandaşının yaşadığı ülkede, 195 bin 794'ü çalışıyor. Fransa'yı sırasıyla; 114 bin Türk vatandaşının çalıştığı Amerika Birleşik Devletleri, 128 bin çalışan Türk vatandaşı ile Hollanda, 70 bin çalışan Türk vatandaşı ile Suudi Arabistan, 45 bin 500 çalışan Türk vatandaşı ile Avusturya, 34 bin 200 çalışan Türk vatandaşı ile İsviçre, 33 bin 500 çalışan Türk vatandaşı ile Danimarka, 33 bin 66 çalışan Türk vatandaşı ile Avustralya, 29 bin çalışan Türk vatandaşı ile Kanada, 28 bin 73 çalışan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve 22 bin 458 çalışan Türk vatandaşı ile de İngiltere takip ediyor. EN AZ TÜRK'ÜN OLDUĞU 2 ÜLKE TAVAK'ın verilerine göre, Türk vatandaşlarının çalışmayı en az tercih ettiği ülke ise Gine ve Yeşil Burun Takım Adaları. Bu iki ülkede yalnızca birer Türk vatandaşı çalışıyor. Yurt dışında bulunan vatandaşlar ile çalışan işçilerin sayısı bazı ülkelerde şöyle -Almanya 1 Milyon 629 milyon 480 Türk vatandaşı yaşıyor, 544 bin 382'si çalışıyor, -Fransa 459 bin 611 Türk vatandaşı yaşıyor, 195 bin 794'ü çalışıyor, -Hollanda 372 bin 728 Türk vatandaşı yaşıyor, 128 bini çalışıyor -İngiltere 52 bin 893 Türk vatandaşı yaşıyor, 22 bin 458'i çalışıyor, -Suudi Arabistan 115 bin Türk vatandaşı yaşıyor, 70 bini çalışıyor, -İsrail 10 bin 901 Türk vatandaşı yaşıyor, 6 bini çalışıyor, -Gine 1 Türk vatandaşı çalışıyor, -Yeşil Burun Takım Adaları 1 Türk vatandaşı çalışıyor, -ABD 250 bin Türk vatandaşı yaşıyor, 114 bini çalışıyor, KAYNAK DHA
BOYU 170 CM CİVARINDAYDIAtatürk'ün boyu civarındadır, bu konuda net bir rakam bulunmamaktadır. Kilosu ise askerlik yıllarında, 50-55 kilogram iken, ileriki yaşlarda 75 civarıydı. 42 numara ayakkabı giyiyordu. Ayakları taraksız ve narindi.SOFRADAN DOYMADAN KALKARDI’Atatürk'ün en sevdiği yemek, etsiz kuru fasulye ile pilavdı. Boğazına çok düşkün olmayan Mustafa Kemal çoğu zaman sofradan tam doymadan kalkardı. Bir diğer sevdiği yemek ise karnıyarıktı. Karnıyarık yemeğini pilav ile karıştırıp yerdi. Öğlen yemeklerinde daha çok ayran ve limonata içmeyi tercih ediyordu.ELBİSELERİNİ KENDİSİ TASARLARDI’Kahveyi de çok seven Gazi, günde 15-20 fincan Türk kahvesi ve yaklaşık 40 adet sigara içiyordu. Atatürk'ün tüm gömlekleri beyaz ve bej rengindeydi. Gömleklerine yedek kol manşeti ve yaka yaptırırdı. Gelen hediye yabancı kumaşlardan elbise diktirirken, yerli malı haftasının ihdasından sonra Sümerbank'ın kendisine özel hazırladığı kumaşlardan giysilerini yaptırmıştır. Elbiselerinin modelini kendisi tarif ederdi. Gömleğinin sol göğüs üzerine dairesel olarak iç içe geçmiş “ harflerini işletmiştir. Boyun kısmında içte “KEMALAT Yani D. Grammatika” etiketi YABANCI DİL BİLİYORDUFransızcayı yazıp, konuşabilir, Almancayı ise anlar ama konuşmazdı. Farsça ve Arapçayı mükemmel derecede bilmekteydi. Mustafa Kemal, çok kitap okuyan biriydi. Toplam 3977 kitap okumuştur. Bir ömürde bu kadar kitap okunması inanılmaz bir sayıdır. Sakarya meydan muharebesi sırasında, top gürültüleri altında, çadırında eserlerinin tümünü okuduğunu, 1921 yılında yaptığı bir konuşmasında açıklamıştır. Çoğunlukla Çankaya Köşkü'nde ve Anıtkabir'de yer alan kitapları üstün körü değil, önemli satırlara not düşerek okuduğu bilinmektedir. Atatürk'ün, Kurtuluş Savaşı’nın hazırlıklarının sürdüğü o yoğun günlerde dahi vakit bularak kitaplarını okumuş, özellikle Reşat Nuri'nin Çalıkuşu’ romanından çok etkilenip İsmet Paşa'ya da okuması için 14 KİTAP YAZDIAtatürk, geometri kitabı yazarak Türkçemize kazandırdığı terimler; açı, açıortay, alan, artı, beşgen, boyut, çap, çarpı, çekül, çember, dış ters açı, dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi, eşit, eşkenar, iç ters açı, ikizkenar, kesit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, teğet, toplam, türev, uzay, üçgen, yamuk, yataydır. Atatürk'ün bu kitap dışında 13 kitabı daha bulunuyor. Bunların arasında; Medeni Bilgiler’, Karlsbad Hatıraları’, Bölüğün Muharebe Eğitimi’ gibi hem askeri hem de toplumsal konulara yönelik kitapları dikkat VE KÖPEKLERİ ÇOK SEVERDİGünümüzde Atatürk çiçeği adıyla bilinen süs bitkisinin Türkiye’de yetiştirilmesi ve tanınmasına önayak olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yetiştirilmesi sırasında görev alan bitki bilimcilerden gelen öneri üzerine Türkçe’de çiçeğe “Atatürk” adı verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, atları ve köpekleri çok severdi. Çok sevdiği Sakarya adlı atını, eşi Latife Hanım'a hediye etmiştir. Alp ve Alber adlı köpeğinden sonra, Mustafa Kemal’in yaşamında en önemli köpek hiç şüphesiz Foks'' adındaki köpeğidir. Seyyar fotoğrafçılık yapan Hasan Efendi adındaki birisinden 50 lira gibi yüksek bir fiyata satın aldığı Foks, aslında bir sokak köpeğidir. Foks, Atatürk’ün en sevdiği hayvan olarak Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde her zaman el üzerinde tutulmuş, ona her zaman büyük özen gösterilmiştir. Foks öldükten sonra doldurulup mumyalanmış. Halen de Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde DÜZENLİ ATA BİNER VE YÜZERDİSporu her yönü ile teşvik eden Ulu Önder Atatürk, spor sayesinde zindelik ve güç kazanılacağını söylüyordu. Sağlık açısından vazgeçilmez bir unsur olan sporu kendisi de yapmaktaydı. Türk gençliğine Gençlik ve Spor Bayramı’nı armağan ederek spora verdiği önemi ortaya koymuştur. En çok sevdiği spor ise güreşti. Düzenli olarak ata biner, yüzer ve bilardo GAZETE ÇIKARDISanata olan ilgisi sadece müzikle sınırlı değildi. Okul yıllarından itibaren yazdığı şiirleri vardır. Ayrıca “Minber”, “İrade-i Milliye” ve “Hakimiyet-i Milliye” olmak üzere üç gazete çıkarmıştır. Edebiyat ve sinema da sevdiği ve ilgilendiği sanat dalları idi. İlk operamız olan “Özsoy”u sahneye koyduran ve İran Şahı’na izlettiren de YÜZYILIN LİDERİ UNVANI ALDIAtatürk, 08 Kasım gününden itibaren iki gün komada kalarak, 10 Kasım günü saat; hayatını kaybetti. Atamızı sevgiyle, saygıyla, minnetle anıyoruz. Ölümünün arkasından UNESCO tarafından “Yüzyılın Lideri” unvanı verilmiş ve 21. yüzyılda tüm dünyada anılmaktadır.,ATATÜRK'LE ALAKALI İLGİNÇ BİLGİLER1. Che guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; Atatürk’ün "Büyük Nutku" Atatürk'ün dünyada "başöğretmen" sıfatlı tek Atatürk bir geometri kitabı yazdı O, üçgen, açı, dikdörtgen gibi 48 tane geometri teriminin Türkçe isim Norveççe'de "Atatürk gibi olmak" diye bir deyim ''Atatürk'' çiçeği'nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın`in koymuştur ve bu çiçek tüm dünyada bu isimle üretilip Fidel Castro, ABD'nin bilgisi olmaması şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk kitabını" Yunan başkomutan Trikopis, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçer ve saygı duruşunda Atatürk, ''Mimber'' adında bir gazete çıkartmıştır ve gazete 52 sayı Bir röportajda Atatürk'e Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye sorulduğunda;'Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz' demiştir. Ve bunun üzerine BM yasası değiştirildi ve üyeliğe davet edilen ilk ülke Türkiye Cumhuriyeti General McArthur "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" 1976 yılında UNESCO Atatürk ile ilgili bir metin yayınladı. Metinde şu ifadeler yer almıştır;'Atatürk kimdir? Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkilapçı, sömürgecilik ve yayımlacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü. bütün yaşamını boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu'13. 1996'da Haiti Cumhurbaşkanı vasiyetinde, mezar taşına şu mesajı yazdırmıştır'Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm' 14. 2000'de ABD Başkanı'nın milenyum mesajı şöyledir;'Milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir'15. 2005'de Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisi "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk'ü örnek alsın yeter" 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince Türkiye'de devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istenmiştir.
Atatürk’ün hayatı aşağıda uzun bir şekilde anlatılmıştır, Atatürk’ün hayatını özet veya kısaca okumak istiyorsanız diğer sayfalarımızı inceleyebilirsiniz. Mustafa Kemal Atatürk Türk tarihine adını altın harflerle yazdırmış, vatandaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyetini kuran fakat daha öncesinde ülkemizi istila eden düşmanları ve ülke sathını örümcek ağları gibi sarmış zararlı organizasyonları eşkıyalar, çeteler, casuslar, bölücüler, mandacılar, gericiler, hainler, menfaatperestler vs.. yüksek bir strateji ve tükenmez bir kararlılıkla temizlemiş, adeta batmak üzere olan bir güneşi yeniden doğurmuştur. Ailesinin Mustafa adını verdiği sarıya çalan saçları ve keskin mavi gözleri olan bebek Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlarda kalan son topraklarında, Selanik’te 1881 yılında doğduğunda hiç kimse Atatürk’ün tabiriyle “kökleri bile çürümüş”, Osmanlı İmparatorluğundan modern Türkiye’yi çıkaracağını beklemezdi, bekleyemezdi. Aslında yaşlanmış ve her santimi kurtlanmış yaşlı çınardan genç bir fidan çıkacağına kimse ihtimal vermiyordu. “Devleti Aliye” yani “Yüce Devlet” denilen Osmanlı İmparatorluğu Devleti Aliye’den ziyade Ali’ye Veli’ye peşkeş çekilmiş, azınlıklarca yağmalanmış, adeta çakal iştahına sahip yabancı devletler tarafından sözde anlaşmalarla paylaşılmış durumdaydı. İşte o yıllarda Bazıları doğumunu 1880 veya öncesi olabileceğini söylese de bir şey değişmez orta halli bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Mustafa’nın sıkıntılı bir çocukluk hayatı fakat yaşı ile kıyaslanamayacak derecede büyük dünya görüşleri ve hedefleri vardı. Mustafa’nın annesi geleneklerine ve dinine bağlı, örtülü bir kadındı. Sülalesine Hacı Sofi derlerdi. Babasının ismi ise Feyzullah Ağa’dır. Atatürk’ün annesi olan Zübeyde Hanım dindar bir insan olduğu için oğlunun da kendisi gibi dinine bağlı olmasını istiyordu. Babası Ali Rıza Bey ise yaşamın acı rüzgarlarını her daim ensesinde hissetmiş, sıkıntılarla yoğrulmuş bir insandı. Oğlunun mümkün olduğunca iyi bir eğitim alıp, iyi bir kariyere sahip olmasını istiyordu. Atatürk’ün babası Ali Rıza Bey’in soyu eski zamanlarda Anadolu’dan Rumeli’ye göç etmiş bir Türk Yörük ailesine dayanmaktadır. Asıl adı Ahmed olan babasına Kızıl Hafız derlerdi. “Kızıl” lakabı sülalesinde yaygın olarak kullanılmıştır. Takribi 1839 yılı civarlarında doğan Ali Rıza Bey’in meşhur 93 Harbi yani 1877-1878 arasında Osmanlılar ile Ruslar arasındaki büyük savaş çıkmadan evvel Asakir-i Milliye Taburu’na katıldığı ve subay olarak görev yaptığı da bilinmektedir. İş hayatına memur olarak başlayan Ali Rıza Bey’in Selanik’te bulunan Evkaf İdaresinde memurluk yaptığı bilinmektedir. Daha sonra da gümrük memurluğu, yani vergi memurluğu yapmıştır. Belki hayat şartlarının zorlaması, belki de maaşların tam ödenmemesi, sebebi tam olarak bilinmese de daha sonra bu görevi de bırakıp bir süre kereste ticareti ile uğraşmıştır. Fakat Rum eşkıyalar nedeni ile kereste tüccarlığını bırakıp tuz ticaretine girişmiştir. Bahtsızlık burada da yakasını bırakmamış, tuz kaynakları kuruduğu için bu işte de ekmek kapısı kapanmıştır. Daha sonra yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 1890 yılında yani yaklaşık 51 yaşında vefat etmiştir. Atatürk’ün Çocukluk Hayatı Atatürk’ün hayatı anlatılırken kardeşlerine yeterince yer verilmez. Halbuki onun Makbule’den başka kardeşleri de olmuştur. Ama diğer kardeşleri çocuk yaşlarda vefat etmişlerdir. Atatürk’ün anne ve babası 1871 yılında evlenmiş ve ondan önce doğan Ahmet ve Ömer abileri ve Fatma ablası fazla yaşamadan çocuk yaşta ölmüşlerdir. Daha sonra Mustafa yani Mustafa Kemal Atatürk dünyaya gelmiş, bir süre sonra da Makbule adında bir kız kardeşi olmuştur. Ondan sonra doğan kız kardeşi Naciye ise 12 yaşında vefat etmiştir. Mustafa okula başlayacakken anne ve babası arasında fikir ayrılığı olmuştur. Annesi oğlunun geleneksel yöntemlerle ve dini ağırlıklı eğitim veren bir ilkokula yani mahalle hocasını ders verdiği Mahalle Mektebi’ne gitmesini isterken babası, oğlunun kendisi gibi sıkıntılı bir hayatı olmasın ve mevcut potansiyelini iyi değerlendirsin diye nispeten yenilikçi ve pozitif bilimlere de yer verilen Şemsi Efendi Mektebi’ne göndermek istemekteydi. O zamanlar 6-7 yaşlarında olan küçük Mustafa’nın zeka ve yeteneğini babası keşfetmiş olmalı ki Şemsi Efendi Mektebine göndermekte ısrar etmiştir. Bununla birlikte eşinin kalbini kırmamak için Mustafa’yı Mahalle Mektebine göndermeye razı olmuştur. Atatürk anılarını anlatırken babasının bu konuda bir taktik izlediğini söyler. Mustafa önce Kuran ve ilahiler ile dini okula başlar, sonra bir bahane uydurur ve başka bir okula gitmek istediğini söyler. Küçük Mustafa’nın ilk gittiği okulda yaşadığı bir olay nedeniyle mi ayrılmak istediği, yoksa babasının planına iştirak edip önce kayıt olup annesinin gönlünü yaptıktan sonra gerçek tercihini söyleyip kendini Şemsi Efendi Mektebine mi naklettirdiği konusu tam olarak bilinmemektedir. Neticede küçük Mustafa Babasının istediği gibi yenilikçi bir eğitim veren ilkokula başlamıştır ama çok geçmeden babası vefat edince eğitim hayatı ciddi bir kesintiye uğramıştır. Annesinin maddi durumu şehirde yaşamaya olanak sağlamadığı için Öyle gözüküyor ki babasından da ciddi bir miras kalmamıştır köydeki dayısının yanında ikamete mecbur kalmıştır. Burada Mustafa’ya gücü yettiğince görevler verilmiştir. Hayatın sorumluluğunu daha küçük yaşlarda üzerinde hisseden Mustafa kah fasulye tarlalarında bekçilik yapmış, kah büyüklerinin yaptığı işlere yardım etmiştir. Atatürk’ün Eğitim Hayatı Annesi zeki ve yetenekli olan oğlunun tarla köşelerinde karga kovalamasına üzülüyordu. En azından yarım kalan eğitimini tamamlaması için onu cami imamının önüne gönderdi. Küçük Mustafa’nın dua veya dini bilgilerden ziyade okuma yazma ve matematik öğrenmeyi arzuladığını görünce bu sefer de kilise papazının önüne gönderdi. Fakat papazın bilgileri de sınırlı idi. Annesi özel öğretmen tutmak istedi ise de buna ne maddi gücü yeterdi ne de köyde ders vermeye ehil birileri vardı. Köydeki eğitim denemeleri sonuçsuz kalınca Zübeyde hanım evlat hasretini sinesine çekerek Mustafa’yı Selanik’te oturan halasının yanına gönderdi. Selanik’te mülkiyeye rüştiyesine yani sivil ortaokula başlayan Mustafa’nın aklı aslında askeri bir okula gitmekti. Fıtratı ve arzusu onu bu yöne çekiyordu. Okulda yaşadığı bir olay radikal bir karar almasını sağladı. Rivayete göre Mustafa okulda bir kavgaya karışmış, sorumlu öğretmen de kavga nedenini veya suçlusunu araştırmak yerine olaya karışanlara feci şekilde ceza vermişti. Mustafa’nın aynı okulda devam etmesi zordu, hem başına geleni içine sindiremediğinden hem de öteden beri subay olmak istediğinden uzaklara gitmesini istemeyen annesine haber vermeden askeri rüştiye sınavına girdi ve kazandı. Bu tarih 1893’tür. Yani Atatürk bu kadar sıkıntıyı babasının öldüğü 1890 ile 1893 arasında çekmiştir. Onun küçük yaşlarda yaşadığı bu tür zorluklar daha sonra sarsılmaz azminin temel taşlarını oluşturmuştur. Selanik Askeri Rüştiyesine başlayan Atatürk yeteneklerine uygun olan ve zekasını gösterebileceği bir yerdeydi. Kısa sürede diğer öğrenciler arasında sivrildi. Okulda öğretmenlerin olmadığı zamanlarda iyi bilen öğrenciler diğerlerini çalıştırıyorlardı. Mustafa da arkadaşlarını ders çalıştırmaya başlamıştı. Ona “Muallim Mustafa” denmeye başlanınca gerçek Muallim Mustafa, yani okulun matematik öğretmeni pratik bir çözüm buldu ve Mustafa’ya “Kemal” adını verdi. Mustafa matematik öğretmenini çok seviyordu ve bilgi seviyesi öğretmenine denk olduğu, bu yüzden karıştırıldığı için verilen bu ismi onur nişanı gibi taşıdı. Artık onun adı Mustafa Kemal’di. Daha sonra 1896 yılında şimdi Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan Manastır Askeri İdadi’sine Askeri Lise devam etti ve burayı da 1899 yılında başarı ile tamamladı. Artık subay olması için önünde tek engel vardı. İstanbul’a yani başkente giderek Harp Okulu’nu bitirmek.. Mustafa Kemal buradan da teğmen rütbesi ile mezun oldu ama gayesi daha da yükselmekti. Bu nedenle 1902’de Askeri Akademi’ye devam ederek 1905 yılında “Yüzbaşı” rütbesi ile mezun oldu. Atatürk’ün Askerlik Hayatı Atatürk ilk askerlik deneyimlerini o zamanlar Osmanlı toprakları içinde bulunan bugünün Suriye başkenti Şam’da konuşlu 5. Orduda yapmıştır. Kolağası rütbesini alınca yani 1907’ de kıdemli yüzbaşı olunca doğduğu topraklara yakın bir yere, Manastır’daki 3. Ordu’ya atandı. O yıllarda Osmanlı İmparatorluğunda İttihat ve Terakki Fırkası giderek önem kazanmış ve ülke yönetiminde giderek söz sahibi olmaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğunda askerler de siyasi partilere üye olabiliyor ve bu tür faaliyetler yürütebiliyorlardı. Bu nedenle genç subayların bir çoğu İttihat ve Terakki üyesi idi. O yıllarda Mustafa Kemal de İttihat ve Terakki ideolojisine sempati duydu ve çalışmalarda aktif rol aldı. İttihat ve Terakki Partisi Sultan 2. Abdulhamid’i tahttan indirmek ve cumhuriyete daha yakın bir rejim olan meşrutiyeti yeniden ilan etmek istiyordu. Bu sebeple başkent İstanbul’da yaşanan karışıklığa 19 Nisan 1909 olayları müdahale için Balkanlardan gelen “Hareket Ordusu” İstanbul’a girdiğinde Kurmay Başkanı Mustafa Kemal’di. Neticede 2. Abdülhamid tahttan indirilerek bir kez daha meşrutiyet rejimine dönülmüştür. Böyle önemli bir darbe hareketinin başında rütbesi çok yüksek olmamasına rağmen Mustafa Kemal’in kurmaylık yapması onun ileride daha büyük başarılara imza atacağının göstergesi olmuştur. Bu yıllarda İttihat ve Terakki Partisine bağlı olan Mustafa Kemal sonraki yıllarda özellikle de 1. Dünya Savaşında partinin üst düzey yöneticilerinin akla mantığa sığmaz kararları ve bencilce davranışları yüzünden kendini geri çekmiş ve kendine parti ile padişah arasında stratejik bir yer belirlemiştir. İleride çok büyük bir komutan olacağını ispat eden Mustafa Kemal askeri eğitim için Fransa’ya gitti ve Picardie Manevraları’nda görev aldı. Batı tipi harp tarzını öğrenmesi açısından bu eğitim önemliydi. Daha sonra 1911 yılında yurda geri dönerek Genel Kurmay merkez birimlerinde çalıştı. O yıllar Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün hızlandığı, hızla toprak kaybettiği yıllardı. Birbirini izleyen Balkan savaşları ve Trablusgarp harbi ekonomik yönden çökmüş devletin elinden topraklarını çıkarmasına yol açıyordu. Trablusgarp harbine katılan ve yerel halkı İşgalci İtalyanlara karşı örgütleyip 22 Aralık 1911’de Tobruk savaşını kazanan Mustafa Kemal 1912’de Derne Komutanlığı’na atandı. İtalyanların imdadına 2. Balkan Savaşının çıkması yetişti. Osmanlı İmparatorluğu Libya’daki askeri varlığını çekince Libya İtalyanlara hediye edilmiş oldu. Çanakkale Savaşlarının parlayan yıldızı ve kahramanı Atatürk daha önce 2. Balkan Savaşında da burada zafer kazanmıştı. Düşmanın Çanakkale Boğazını ele geçirmesine imkan tanımamış Gelibolu ve Bolayırdaki birliklere komuta ederek düşmanın Doğu Trakya’dan sökülüp atılmasını sağladı. 2. Balkan Savaşlarında Edirne’nin geri alınmasını sağlayan Atatürk daha sonra mevkice yüksek ancak daha pasif bir görev olan Ateşemiliterliğine getirildi ve bu görevi devam ederken Yarbay oldu. Bu görevi 1915’te sona erince devam eden 1. Dünya Savaşında 19. Tümeni kurma görevini üstlendi. Mustafa Kemal Atatürk 1. Dünya Savaşındaki en büyük başarılarını Çanakkale Savaşında izlediği akıllı stratejilerle Mart’ta düşmana karşı deniz zaferi kazanılınca deniz yolunun kendilerine kapalı olduğunu gören İtilaf güçleri bu sefer karadan şiddetli bir taarruza girişmişler ve Mustafa Kemal ve ordusu tarafından Conkbayırı Mevkiinde geri püskürtülmüşlerdir. Bu başarı Mustafa Kemal’e Albay ünvanını kazandırmıştır. Şansını yeniden deneyen İngilizler tüm gücüyle aynı bölgeden saldırmış, şiddetli topçu ateşi ile de taarruzunu desteklemiştir. Böyle bir durumda İngilizlerin karşısında durmak topçu ateşinde şehit olmayı gerektirdiği için Mustafa Kemal askerlerine daha önce verilmemiş bir emri verdi “Ben size, savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!” Bu emir üzerine %100 şehit olacağını bile bile şanlı askerlerimiz İngilizlerin karşısında mevziye geçmişler ve tamamen şehit olmuşlardır. Fakat bu hamle işe yaramış, düşman kuvvetleri ilerleyemediği için geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu sefer tarihe geçecek cümleyi İtilaf Devletleri sarf etmişlerdir “Çanakkale Geçilmez !” Çanakkale’de düşmanın geri püskürtülmesinden sonra Atatürk önce Edirne’de sonra da Diyarbakır’da görevler üstlenerek 1916 yılında tümgeneral oldu. Daha sonra doğudan Saldıran Rus güçlerini püskürtmek üzere Doğu Anadolu’da görev aldı. Bu sayede Muş ve Bitlis Ruslardan geri alındı. Bir süre Güney cephesinde görev yaptıktan sonra buradaki Osmanlı askeri varlığının tükenme noktasına geldiği 1917 yılında İstanbul’a çağırıldı. Burada Harbiye Savaş Bakanlığında çalışmaya başladı. Bir süre sonra o zamanlar veliaht konumundaki Vahidettin Efendi’nin yaverliğini yaptı, onunla birlikte Avrupa’da temaslarda bulundu. Bu zaman diliminde azılı bir hastalık geçirdi ve Viyana’da tedavi olarak hastalığı atlattı. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından bir gün sonra tekrar cepheye dönme durumu oluştu, Yıldırım Orduları komutanlığına atandı. Ama bu ordu iki hafta sonra terhis edilince Harbiye Bakanlığı’nda göreve başladı. Atatürk’ün 9. Ordu Müfettişi Olarak Görevlendirilmesi O yıllar Osmanlı İmparatorluğunun 1. Dünya Savaşını kaybettiği ve devletin yıkılma noktasına geldiği yıllardı. Savaş mağlubiyetle neticelenince o ana dek ülkeyi fiilen yöneten İttihat ve Terakki Fırkası kendini feshetmiş, üyeleri de sağa sola kaçmışlardı. 13 Kasım 1918 tarihinde düşman kuvvetleri savaşla geçemedikleri Çanakkale Boğazını savaşmaksızın geçerek İstanbul’u işgal edivermişlerdi. Padişah adeta düşman kuvvetlerinin elinde rehin tutuluyordu. Tahta 3 Temmuz 1918 yılında geçen padişah Vahidettin ve eniştesi olan sadrazam Damat Ferit Paşa gerek ülke yönetiminde yeterli tecrübeye sahip olmamaları, gerekse de ülkenin içinde bulunduğu geri dönülemez çöküş süreci nedeniyle sadece kendi ikballerine odaklanmışlardı. Padişah Vahidettin’in izlediği devlet politikası şu eksende idi -Düşman kuvvetlerini kızdırmadan, onları ülkeden nasıl gönderebilirim ? -Düşman kuvvetlerini kızdırmadan onların desteklediği ayrılıkçı grupları nasıl etkisiz hale getirebilirim ? -Şartlar ne olursa olsun saltanatımı nasıl sürdürebilirim, canımı nasıl kurtarabilirim ? Atatürk ise “Bu vatan nasıl kurtulur, halk yeniden nasıl hürriyetine kavuşur ?” planları yapıyordu. Ülkenin düzlüğe çıkması için dostu düşmanı karşısına alıp canı pahasına milli mücadelenin başlatılması gerektiğini düşünüyordu. Mustafa Kemal’e bu sırada bir fırsat doğdu. Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince Osmanlı ordusunun terhis edilmesi gerekiyordu. Fakat Ankara’da konuşlu 20. Ordunun komutanı Ali Fuat Paşa Cebesoy ve Erzurum’daki 15. Ordunun komutanı Kazım Karabekir Paşa ordularını dağıtmamışlardı. Ayrıca yurtta işgale karşı halk direnişi vardı. Müttefik İşgal Kuvvetleri Yüksek Komutanı Edmund Allenby bu duruma yumuşak fakat etkili bir çözüm buldu. Padişahın yakın bir adamı bu paşaları ikna ederse, ordular dağılacak, halk da ordulara güvenip ayaklanamayacaktı. Bu iş için seçilen kişi Yaver-i Fahri Hazret-i Şehriyari yani Padişahın onursal yaveri ünvanına sahip Mustafa Kemal’di. Bu paşalar sıradan bir devlet görevlisi tarafından ikna edilemezdi. Mustafa Kemal’in görevi paşalara gidip “Boş yere düşman kuvvetlerine direnmeyin , bakın Güney Cephesinde İngilizlere nasıl yenildik, bizi yine yenerler!” demesiydi. Yani iknacı ve yatıştırıcı olarak görevlendirilmişti. Ona bu iş için verilen resmi görev 9. Ordu müfettişliği idi. Atatürk verilen görevin zorluğu ve paşaların ısrarını gerekçe göstererek bir müfettişe verilmeyecek kadar fazla yetki istedi. Hazırlattığı yetki belgesi ona Genel Kurmay Başkanında bile bulunmayacak derecede üst düzey yetkiler içeriyordu. Bir yolunu bulup bu yetki belgesini imzalattı. Onu görevlendirenlerin amacı başka, onun amacı ise bambaşka idi. Atatürk Nutuk adlı eserinde imzalattığı bu yetki belgesinin esas amacı için bir paravan olduğunu ve bu belgeyi imzalayanların imza aşamasında kendisine olağanüstü yetkiler verdiklerine tam olarak vakıf olamadıklarını belirtir. 9. Ordu müfettişi olarak Bandırma Vapuru ile Karadeniz’e açılan Atatürk 1919 yılı 19 Mayısında Samsun’a ulaştı. Bölgenin ileri gelenleri ile görüşmeler yaparak bir dizi toplantı organize etti. Aynı zamanla ilgili yerlerle telgraf ve kuryeler ile gizli temaslarda da bulundu. Atatürk bu görüşmeleri yaparken adeta çoklu santranç oyunu oynamıştır. İtilaf Devletlerini onlara yönelik bir hareket başlatmadığı yönünde ikna etmesi gerekiyordu. İstanbul hükümetine ise anarşiyi sonlandırmak için çalıştığını söylüyordu. Dini otoritelerin desteğini kazanmak için onlara düşmanların yurttan atılarak gayrimüslim unsurların temizleneceğini söylüyordu. Ermeni ve Rum unsurlara karşı Türk ve Müslüman yerel idareci ve güç odaklarının desteğini topluyordu. 22 Haziran 1919 ’da yayınlanan Amasya Genelgesi İstanbul hükümetinden bağımsız bir halk hareketinin başladığı duyuruluyordu. “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracaktır” Atatürk’ün başlattığı bağımsızlık hareketinin iktidar karşıtı organizasyona dönüşeceğinden endişelen padişah Vahidettin onu geri çağırdı. Görevinin bittiği yönünde telgraflar göndertti. Fakat Atatürk çıktığı yolda yürümeye kararlıydı. Bu yüzden 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni tertip ederek bağımsızlık yönünde nasıl bir yolda ilerleneceği yönünde kararlar alındı. Padişah Vahidettin ve İstanbul hükümetinin işgalcilere karşı pasif bir tutum izlemesi nedeniyle Atatürk önderliğinde başlatılan bu bağımsızlık mücadelesine halk ve bürokrat desteği büyük oldu. Atatürk kongrelerde alınan kararlarda İtilaf Devletlerinin aleyhine bir söz bulunmamasına dikkat etti. Böylece İtilaf Devletlerinin bu harekete düşmanca bir tavır alması da önlenmiş oldu. Ne zannediyorlardı ? Atatürk izlediği usta manevralarla bağımsızlık hareketine destek vermekte çekingen davranacakları belli olan kesimlerin desteğini almak, hareketin önünü kesmek isteyenleri de yanılmak için algı operasyonu yaptı Vahidettin ve İstanbul Hükümeti Onu geniş yetkilerle donatırken sadece anarşi unsurlarını yok edeceği, paşaları terhise ikna edeceği ve düşmana karşı ayaklanan halkı yatıştıracağını düşünmekte idiler. İtilaf Devletleri Mustafa Kemal vasıtasıyla orduyu terhis ettirip işgalleri kolaylaştıracaklardı. Yerel Türk Çeteler Rum ve Ermeni unsurları temizleyip kendilerinin bölgelerinde daha fazla söz sahibi olacaklarını düşünüyorlardı. Rum ve Ermeni Çeteler Onlar Atatürk’e asla sempati ile bakmadılar ama bağımsızlık hareketi iktidar karşıtı bir harekete dönüşürse Müslüman güçler birbiri ile savaşır ve zayıflar diye düşünüyorlardı. Din Adamları İtilaf Devletleri ve gayrimüslim unsurların temizlenip, daha sonra Atatürk’ün yeniden padişahım emrine gireceğini düşünüyordu. Destek olan eski bürokrat ve askerler Yurdu selamete çıkarıp, daha sonra saltanata destek olacağını düşünüyor idiler. Halk Halk da din adamları ve eski bürokratlar gibi Atatürk’ün zararlı unsurları temizleyip daha sonra Meşrutiyet İdaresine tabi olacağını düşünüyorlardı. Ne oldu ? Vahidettin ve İstanbul Hükümeti Önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin ilan edilmesi, daha sonra da 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Atatürk’ün niyetinin sadece anarşi unsurlarını temizlemek olmadığını anladılar. Vahidettin hatıralarında Türk halkının ve devlet idarecilerin saltanatın kaldırılacağına izin vermeyeceğini düşündüğünü fakat bunda yanıldığını belirtir. İtilaf Devletleri Atatürk’ün kendi amaçlarına hizmet etmeyeceğini anlayınca onun başlattığı bağımsızlık hareketini durdurmak istediler. Fakat Atatürk onlarla bir sorunu olmadığı konusunda teminat verince muhalif bir hareketin bölünmeye hatta Osmanlı’nın tamamen yıkılmasına vesile olabileceği düşüncesiyle “bekle gör” politikası uyguladılar. Atatürk’ün başlattığı hareketin saltanatı kaldıracağı yönündeki tahminleri doğru çıktı fakat yurdun zararlı unsurlardan temizlenmesi, parçalamak istedikleri vatanın bağımsız ve tek parça Cumhuriyet haline gelmesi istedikleri bir şey değildi. Yerel Türk Çeteleri Milli mücadeleye destek olsalar da olmasalar da Ankara hükümetine tabi olmayanlar dağıtıldı ve yok edildi, bölgelerinde söz sahibi olamadılar. Rum ve Ermeni Çeteler Atatürk’ün bu denli başarılı olacağını ummuyorlardı, hüsrana uğradılar. Din Adamları Milli mücadelenin başarıya ulaşması nedeniyle verdikleri desteklerin boşa gitmediğini görünce Atatürk’e minnettar kaldılar. Fakat Cumhuriyet döneminde hükümet icraatlarına muhalif olanlar İstiklal Mahkemelerinde yargılandı. Eski Bürokrat ve Askerler 1 Kasım 1922’ye kadar Atatürk’ün yüksek potansiyeli hakkındaki tahminleri doğru çıktı. Saltanatın kaldırılmasına itiraz edenler de oldu, destekleyenler de oldu. Halk Milli Mücadelenin başarıya ulaşması ve bağımsız bir devlet kurulması herkesi mutlu etti. Halkın içinde saltanatın devam etmesi gerektiğini düşünenler vardı, onlar hayal kırıklığına uğradılar. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Kurtuluş Savaşı İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline tepki olarak atılan kurşunla 15 Mayıs 1919 tarihinde yani Atatürk’ün Milli Mücadeleyi başlatmak için Samsun’a gidişinden 4 gün önce başlamıştı. Başsız ve organize olmayan direnişin, ne istediğini bilen düşman kuvvetlerine karşı başarılı olamayacağı muhakkaktı. Atatürk önce halk arasında birliği sağladı sonra da halk direnişini örgütlü hale getirdi. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ardından Ankara’ya tarih 27 Aralık 1919 gelen Atatürk’ü coşkulu ve sevinçli bir kalabalık karşıladı. 12 Ocak 1920’de Misakı Milli’yi Milli And İçme ilan eden İstanbul Meclisi İtilaf Devletlerince kapattırıldı. Çünkü Misakı Milli Türklerin yaşadığı bazı petrol bölgelerinin Türk yurdu olduğunu açıklıyordu. Birkaç ay sonra 23 Nisan 1920’de artık iş göremez hale gelen İstanbul Meclisinin yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Atatürk ise geniş yetkiler ile meclis başkanı oldu. Bu gelişme dostları sevindirse de düşmanları daha da saldırgan hale getirmişti. İngilizler Yunan ve Kürt kozunu oynadılar. Padişah ve ekibi Atatürk’ün önderlik ettiği harekete karşı net bir tavır koydular, çeşitli yerlerde ayaklanmalar çıkardılar. Kurtuluş Savaşında en büyük mücadele İngilizlerin desteği ile Anadolu’ya çıkarma yapan Yunanlılar ile olmuştur. Uzun süren savaş nedeniyle ordumuz ve lojistik desteğimiz sıfırlanmıştı. Kalan zayıf birlikler de Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince terhis edilmiş, sivilleştirilmişti. Yunan ordusu ise savaşa yeni başlıyordu, lojistik gücü de sağlamdı. Atatürk Batı Anadolu’ya yayılan Yunan işgallerine karşı Türk tarihinde pek rastlanılmayan “ricat” yani geri çekilme taktiğini uyguladı. Bu taktik yaklaşık yüzyıl önce 1812 Rusların Napolyon’u mağlup ettiği savaş taktiğine benziyordu. Ruslar benzer taktikle kendilerinden güçlü olan Hitler’i de mağlup etmişlerdi. Türkler ise asla bu taktiğe başvurmazlardı. Düşmanı önde karşılarlar ve vatan toprağının çiğnenmemesi için hat müdafası yaparlardı. Atatürk taktik gereği düşmanın ilerlemesine ve Anadolu içlerine dağılmasına izin veriyor, daha sonra düşmanın bilmediği bir yere hat savunması kurdurup pusuya düşürüyordu. Düşman karşı saldırıya geçince de zayiat vermemek için geri çekiliyordu. Zafer kazandığını düşünen düşman ilerliyor daha sonra bilmediği bir coğrafyada yine pusuya düşüyordu. Bu savaşlarının bir çoğuna İsmet İnönü komutanlık etmiştir. Yunan Devleti Anadolu’daki işgal planında ciddi derecede hatalar yapmıştır. Yunanlılara İngilizlerin taşeronluğunu yapması için verilen ödül İzmir çevresi ve Doğu Trakya’dır. Ordularını Anadolu içlerine dağıtmayıp bu bölgelerde kalsalar idi sınırlı güçlerini, sayısız savaş deneyimi yaşamış Mustafa Kemal ve komutanlarına meze etmezlerdi. Netice itibariyle tükenmiş ve küllerinden yeniden doğmuş Türk Ordusu 23 Ağustos’ta karşı atağa geçip bir aydan kısa bir sürede Yunanlıları yurttan kovmuştur. Batıda kazanılan zaferler Doğu ve Güney cephelerinde zafer kazanılmasından sonra olmuştur. 1917’deki devrim nedeniyle iç işleri ile uğraşan Ruslar ve onların destekledikleri Ermeniler Doğu Anadolu’daki hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmışladır. Irak ve Arabistan’daki petrol yataklarına kavuşan İngilizler gerek savaşın onları da yıpratması gerekse de Anadolu’yu işgal etme düşüncesinin astarı yüzünden pahalıya geleceği düşüncesi ile Sevr’deki sınırların Kuzeyine çıkma gereği görmemişlerdir. Fransızlar savaş sonu ganimetinden aslan payı alan İngilizlere kızıp desteklerini çekmiş, Antep ve Urfa’da ciddi bir halk direnişi ile karşılaşınca Suriye’ye çekilmiştir. İtalyanlar ise Türk toprağını elinde bulundurmak için kan dökmek gerektiğini anlayınca işgal ettikleri bölgeleri sıkıntı çıkarmadan terk etmişlerdir. Kurtuluş savaşı sonunda Atatürk’ün çözmesi gereken iki önemli sorun vardı. Birincisi halen İngiliz işgali altında olan ve Musul ve Kerkük içerisinde kalan petrol sahalarının geri alınması, ikincisi ise dünyanın incisi İstanbul’un geri alınması idi. İngilizlere karşı halk direnişleri cılız kalmış, Kürt aşiretlerinin isyanları bu Musul-Kerkük Bölgesinden vazgeçmemize neden olmuştur. Boğazlar konusunda ise düşman devletler birbiriyle anlaşamadıkları için bizim lehimize çözüm bulunmuştur. Saltanatın Kaldırılması ve Cumhuriyetin İlanı 9 Eylül’de yurttaki son Yunan askeri de denize dökülmüştür. Vatan düşmandan temizlenince Atatürk başlangıçtan beri planladığı şeyi hayata geçirmenin vakti geldiğini anladı. Silah arkadaşlarına saltanatın kaldırılması gerektiğini, kendini bile savunmakta güçlük çeken Türk Milletinin “Halife” sıfatıyla tüm İslam aleminin koruyuculuğunu üstlenmesinin gülünç olduğunu belirtti. Başta Rauf Bey ve Kazım Karabekir olmak üzere en yakın silah arkadaşları bile buna karşı çıktılar. O ana dek benimsedikleri öğretiler saltanat makamının kutsallığını işaret ediyordu çünkü. Fakat hayatı imkansızlıklarla mücadeleyle geçen Atatürk Nutuk’ta yer alan ifadesiyle “Ya kelleler gidecek, ya da gitmeyecek fakat bu iş olacak!” diyerek arkadaşlarını ikna etmiş ve 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması ve imzalanmasına rağmen yürürlüğe girmeyen Sevr Antlaşmasından sonra artık kalıcı bir barışa ihtiyaç vardı. Uzun süren görüşmeler ve çetin pazarlıklar sonucunda Saltanatın kaldırılmasının bu pazarlıklarda bizim lehimize olduğu söylenebilir 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde barış antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ile bir takım isteklerden feda edip Türk Devletinin bağımsızlığı sağlanmıştır. Bu gelişmeyi 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı izlemiştir. Cumhuriyet Döneminde Atatürk’ün Hayatı Cumhuriyetin ilanından sonra oybirliği ile Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk hayatı boyunca edindiği tecrübelerden yola çıkarak bir takım inkılaplar yapmıştır. Bu inkılaplar genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çehresini değiştirmiştir. Hayatını ulusunun modernleşmesine adayan Atatürk eğitim alanından, hukuk alanına, sanayinin geliştirilmesinden harflerin değiştirilmesine kadar bir çok köklü değişiklik yaptı. Onlardan birisi de Soyadı Kanunu’dur. Bu kanun çıktıktan sonra ona “Atatürk” soyadı verilmiştir. Devlet hayatı yurt içi ve yurt dışı gezilerle geçen Atatürk asker kökenli olmasına rağmen “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sloganıyla barışçıl bir devlet yönetimi gösterdi. Fakat ülkede meydana gelen radikal değişiklikleri onaylamayanlar da vardı, onlara da müsamaha göstermedi. Siyaset ve Askerlik alanında üst düzey başarılara imza atan Atatürk evlilik hayatında mesut olamadı. Evlendiği Latife hanımdan kısa bir süre sonra boşandı. Evlat hasretini manevi evlatları ile giderdi. Atatürk 10 Kasım 1938 yılında 57 yaşındayken vefat etti.
Atatürk’ün hayatı aşağıda uzun bir şekilde anlatılmıştır, Atatürk’ün hayatını özet veya kısaca okumak istiyorsanız diğer sayfalarımızı inceleyebilirsiniz. Mustafa Kemal Atatürk Türk tarihine adını altın harflerle yazdırmış, vatandaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyetini kuran fakat daha öncesinde ülkemizi istila eden düşmanları ve ülke sathını örümcek ağları gibi sarmış zararlı organizasyonları eşkıyalar, çeteler, casuslar, bölücüler, mandacılar, gericiler, hainler, menfaatperestler vs.. yüksek bir strateji ve tükenmez bir kararlılıkla temizlemiş, adeta batmak üzere olan bir güneşi yeniden doğurmuştur. Ailesinin Mustafa adını verdiği sarıya çalan saçları ve keskin mavi gözleri olan bebek Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlarda kalan son topraklarında, Selanik’te 1881 yılında doğduğunda hiç kimse Atatürk’ün tabiriyle “kökleri bile çürümüş”, Osmanlı İmparatorluğundan modern Türkiye’yi çıkaracağını beklemezdi, bekleyemezdi. Aslında yaşlanmış ve her santimi kurtlanmış yaşlı çınardan genç bir fidan çıkacağına kimse ihtimal vermiyordu. “Devleti Aliye” yani “Yüce Devlet” denilen Osmanlı İmparatorluğu Devleti Aliye’den ziyade Ali’ye Veli’ye peşkeş çekilmiş, azınlıklarca yağmalanmış, adeta çakal iştahına sahip yabancı devletler tarafından sözde anlaşmalarla paylaşılmış durumdaydı. İşte o yıllarda Bazıları doğumunu 1880 veya öncesi olabileceğini söylese de bir şey değişmez orta halli bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Mustafa’nın sıkıntılı bir çocukluk hayatı fakat yaşı ile kıyaslanamayacak derecede büyük dünya görüşleri ve hedefleri vardı. Mustafa’nın annesi geleneklerine ve dinine bağlı, örtülü bir kadındı. Sülalesine Hacı Sofi derlerdi. Babasının ismi ise Feyzullah Ağa’dır. Atatürk’ün annesi olan Zübeyde Hanım dindar bir insan olduğu için oğlunun da kendisi gibi dinine bağlı olmasını istiyordu. Babası Ali Rıza Bey ise yaşamın acı rüzgarlarını her daim ensesinde hissetmiş, sıkıntılarla yoğrulmuş bir insandı. Oğlunun mümkün olduğunca iyi bir eğitim alıp, iyi bir kariyere sahip olmasını istiyordu. Atatürk’ün babası Ali Rıza Bey’in soyu eski zamanlarda Anadolu’dan Rumeli’ye göç etmiş bir Türk Yörük ailesine dayanmaktadır. Asıl adı Ahmed olan babasına Kızıl Hafız derlerdi. “Kızıl” lakabı sülalesinde yaygın olarak kullanılmıştır. Takribi 1839 yılı civarlarında doğan Ali Rıza Bey’in meşhur 93 Harbi yani 1877-1878 arasında Osmanlılar ile Ruslar arasındaki büyük savaş çıkmadan evvel Asakir-i Milliye Taburu’na katıldığı ve subay olarak görev yaptığı da bilinmektedir. İş hayatına memur olarak başlayan Ali Rıza Bey’in Selanik’te bulunan Evkaf İdaresinde memurluk yaptığı bilinmektedir. Daha sonra da gümrük memurluğu, yani vergi memurluğu yapmıştır. Belki hayat şartlarının zorlaması, belki de maaşların tam ödenmemesi, sebebi tam olarak bilinmese de daha sonra bu görevi de bırakıp bir süre kereste ticareti ile uğraşmıştır. Fakat Rum eşkıyalar nedeni ile kereste tüccarlığını bırakıp tuz ticaretine girişmiştir. Bahtsızlık burada da yakasını bırakmamış, tuz kaynakları kuruduğu için bu işte de ekmek kapısı kapanmıştır. Daha sonra yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 1890 yılında yani yaklaşık 51 yaşında vefat etmiştir. Atatürk’ün Çocukluk Hayatı Atatürk’ün hayatı anlatılırken kardeşlerine yeterince yer verilmez. Halbuki onun Makbule’den başka kardeşleri de olmuştur. Ama diğer kardeşleri çocuk yaşlarda vefat etmişlerdir. Atatürk’ün anne ve babası 1871 yılında evlenmiş ve ondan önce doğan Ahmet ve Ömer abileri ve Fatma ablası fazla yaşamadan çocuk yaşta ölmüşlerdir. Daha sonra Mustafa yani Mustafa Kemal Atatürk dünyaya gelmiş, bir süre sonra da Makbule adında bir kız kardeşi olmuştur. Ondan sonra doğan kız kardeşi Naciye ise 12 yaşında vefat etmiştir. Mustafa okula başlayacakken anne ve babası arasında fikir ayrılığı olmuştur. Annesi oğlunun geleneksel yöntemlerle ve dini ağırlıklı eğitim veren bir ilkokula yani mahalle hocasını ders verdiği Mahalle Mektebi’ne gitmesini isterken babası, oğlunun kendisi gibi sıkıntılı bir hayatı olmasın ve mevcut potansiyelini iyi değerlendirsin diye nispeten yenilikçi ve pozitif bilimlere de yer verilen Şemsi Efendi Mektebi’ne göndermek istemekteydi. O zamanlar 6-7 yaşlarında olan küçük Mustafa’nın zeka ve yeteneğini babası keşfetmiş olmalı ki Şemsi Efendi Mektebine göndermekte ısrar etmiştir. Bununla birlikte eşinin kalbini kırmamak için Mustafa’yı Mahalle Mektebine göndermeye razı olmuştur. Atatürk anılarını anlatırken babasının bu konuda bir taktik izlediğini söyler. Mustafa önce Kuran ve ilahiler ile dini okula başlar, sonra bir bahane uydurur ve başka bir okula gitmek istediğini söyler. Küçük Mustafa’nın ilk gittiği okulda yaşadığı bir olay nedeniyle mi ayrılmak istediği, yoksa babasının planına iştirak edip önce kayıt olup annesinin gönlünü yaptıktan sonra gerçek tercihini söyleyip kendini Şemsi Efendi Mektebine mi naklettirdiği konusu tam olarak bilinmemektedir. Neticede küçük Mustafa Babasının istediği gibi yenilikçi bir eğitim veren ilkokula başlamıştır ama çok geçmeden babası vefat edince eğitim hayatı ciddi bir kesintiye uğramıştır. Annesinin maddi durumu şehirde yaşamaya olanak sağlamadığı için Öyle gözüküyor ki babasından da ciddi bir miras kalmamıştır köydeki dayısının yanında ikamete mecbur kalmıştır. Burada Mustafa’ya gücü yettiğince görevler verilmiştir. Hayatın sorumluluğunu daha küçük yaşlarda üzerinde hisseden Mustafa kah fasulye tarlalarında bekçilik yapmış, kah büyüklerinin yaptığı işlere yardım etmiştir. Atatürk’ün Eğitim Hayatı Annesi zeki ve yetenekli olan oğlunun tarla köşelerinde karga kovalamasına üzülüyordu. En azından yarım kalan eğitimini tamamlaması için onu cami imamının önüne gönderdi. Küçük Mustafa’nın dua veya dini bilgilerden ziyade okuma yazma ve matematik öğrenmeyi arzuladığını görünce bu sefer de kilise papazının önüne gönderdi. Fakat papazın bilgileri de sınırlı idi. Annesi özel öğretmen tutmak istedi ise de buna ne maddi gücü yeterdi ne de köyde ders vermeye ehil birileri vardı. Köydeki eğitim denemeleri sonuçsuz kalınca Zübeyde hanım evlat hasretini sinesine çekerek Mustafa’yı Selanik’te oturan halasının yanına gönderdi. Selanik’te mülkiyeye rüştiyesine yani sivil ortaokula başlayan Mustafa’nın aklı aslında askeri bir okula gitmekti. Fıtratı ve arzusu onu bu yöne çekiyordu. Okulda yaşadığı bir olay radikal bir karar almasını sağladı. Rivayete göre Mustafa okulda bir kavgaya karışmış, sorumlu öğretmen de kavga nedenini veya suçlusunu araştırmak yerine olaya karışanlara feci şekilde ceza vermişti. Mustafa’nın aynı okulda devam etmesi zordu, hem başına geleni içine sindiremediğinden hem de öteden beri subay olmak istediğinden uzaklara gitmesini istemeyen annesine haber vermeden askeri rüştiye sınavına girdi ve kazandı. Bu tarih 1893’tür. Yani Atatürk bu kadar sıkıntıyı babasının öldüğü 1890 ile 1893 arasında çekmiştir. Onun küçük yaşlarda yaşadığı bu tür zorluklar daha sonra sarsılmaz azminin temel taşlarını oluşturmuştur. Selanik Askeri Rüştiyesine başlayan Atatürk yeteneklerine uygun olan ve zekasını gösterebileceği bir yerdeydi. Kısa sürede diğer öğrenciler arasında sivrildi. Okulda öğretmenlerin olmadığı zamanlarda iyi bilen öğrenciler diğerlerini çalıştırıyorlardı. Mustafa da arkadaşlarını ders çalıştırmaya başlamıştı. Ona “Muallim Mustafa” denmeye başlanınca gerçek Muallim Mustafa, yani okulun matematik öğretmeni pratik bir çözüm buldu ve Mustafa’ya “Kemal” adını verdi. Mustafa matematik öğretmenini çok seviyordu ve bilgi seviyesi öğretmenine denk olduğu, bu yüzden karıştırıldığı için verilen bu ismi onur nişanı gibi taşıdı. Artık onun adı Mustafa Kemal’di. Daha sonra 1896 yılında şimdi Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan Manastır Askeri İdadi’sine Askeri Lise devam etti ve burayı da 1899 yılında başarı ile tamamladı. Artık subay olması için önünde tek engel vardı. İstanbul’a yani başkente giderek Harp Okulu’nu bitirmek.. Mustafa Kemal buradan da teğmen rütbesi ile mezun oldu ama gayesi daha da yükselmekti. Bu nedenle 1902’de Askeri Akademi’ye devam ederek 1905 yılında “Yüzbaşı” rütbesi ile mezun oldu. Atatürk’ün Askerlik Hayatı Atatürk ilk askerlik deneyimlerini o zamanlar Osmanlı toprakları içinde bulunan bugünün Suriye başkenti Şam’da konuşlu 5. Orduda yapmıştır. Kolağası rütbesini alınca yani 1907’ de kıdemli yüzbaşı olunca doğduğu topraklara yakın bir yere, Manastır’daki 3. Ordu’ya atandı. O yıllarda Osmanlı İmparatorluğunda İttihat ve Terakki Fırkası giderek önem kazanmış ve ülke yönetiminde giderek söz sahibi olmaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğunda askerler de siyasi partilere üye olabiliyor ve bu tür faaliyetler yürütebiliyorlardı. Bu nedenle genç subayların bir çoğu İttihat ve Terakki üyesi idi. O yıllarda Mustafa Kemal de İttihat ve Terakki ideolojisine sempati duydu ve çalışmalarda aktif rol aldı. İttihat ve Terakki Partisi Sultan 2. Abdulhamid’i tahttan indirmek ve cumhuriyete daha yakın bir rejim olan meşrutiyeti yeniden ilan etmek istiyordu. Bu sebeple başkent İstanbul’da yaşanan karışıklığa 19 Nisan 1909 olayları müdahale için Balkanlardan gelen “Hareket Ordusu” İstanbul’a girdiğinde Kurmay Başkanı Mustafa Kemal’di. Neticede 2. Abdülhamid tahttan indirilerek bir kez daha meşrutiyet rejimine dönülmüştür. Böyle önemli bir darbe hareketinin başında rütbesi çok yüksek olmamasına rağmen Mustafa Kemal’in kurmaylık yapması onun ileride daha büyük başarılara imza atacağının göstergesi olmuştur. Bu yıllarda İttihat ve Terakki Partisine bağlı olan Mustafa Kemal sonraki yıllarda özellikle de 1. Dünya Savaşında partinin üst düzey yöneticilerinin akla mantığa sığmaz kararları ve bencilce davranışları yüzünden kendini geri çekmiş ve kendine parti ile padişah arasında stratejik bir yer belirlemiştir. İleride çok büyük bir komutan olacağını ispat eden Mustafa Kemal askeri eğitim için Fransa’ya gitti ve Picardie Manevraları’nda görev aldı. Batı tipi harp tarzını öğrenmesi açısından bu eğitim önemliydi. Daha sonra 1911 yılında yurda geri dönerek Genel Kurmay merkez birimlerinde çalıştı. O yıllar Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün hızlandığı, hızla toprak kaybettiği yıllardı. Birbirini izleyen Balkan savaşları ve Trablusgarp harbi ekonomik yönden çökmüş devletin elinden topraklarını çıkarmasına yol açıyordu. Trablusgarp harbine katılan ve yerel halkı İşgalci İtalyanlara karşı örgütleyip 22 Aralık 1911’de Tobruk savaşını kazanan Mustafa Kemal 1912’de Derne Komutanlığı’na atandı. İtalyanların imdadına 2. Balkan Savaşının çıkması yetişti. Osmanlı İmparatorluğu Libya’daki askeri varlığını çekince Libya İtalyanlara hediye edilmiş oldu. Çanakkale Savaşlarının parlayan yıldızı ve kahramanı Atatürk daha önce 2. Balkan Savaşında da burada zafer kazanmıştı. Düşmanın Çanakkale Boğazını ele geçirmesine imkan tanımamış Gelibolu ve Bolayırdaki birliklere komuta ederek düşmanın Doğu Trakya’dan sökülüp atılmasını sağladı. 2. Balkan Savaşlarında Edirne’nin geri alınmasını sağlayan Atatürk daha sonra mevkice yüksek ancak daha pasif bir görev olan Ateşemiliterliğine getirildi ve bu görevi devam ederken Yarbay oldu. Bu görevi 1915’te sona erince devam eden 1. Dünya Savaşında 19. Tümeni kurma görevini üstlendi. Mustafa Kemal Atatürk 1. Dünya Savaşındaki en büyük başarılarını Çanakkale Savaşında izlediği akıllı stratejilerle Mart’ta düşmana karşı deniz zaferi kazanılınca deniz yolunun kendilerine kapalı olduğunu gören İtilaf güçleri bu sefer karadan şiddetli bir taarruza girişmişler ve Mustafa Kemal ve ordusu tarafından Conkbayırı Mevkiinde geri püskürtülmüşlerdir. Bu başarı Mustafa Kemal’e Albay ünvanını kazandırmıştır. Şansını yeniden deneyen İngilizler tüm gücüyle aynı bölgeden saldırmış, şiddetli topçu ateşi ile de taarruzunu desteklemiştir. Böyle bir durumda İngilizlerin karşısında durmak topçu ateşinde şehit olmayı gerektirdiği için Mustafa Kemal askerlerine daha önce verilmemiş bir emri verdi “Ben size, savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!” Bu emir üzerine %100 şehit olacağını bile bile şanlı askerlerimiz İngilizlerin karşısında mevziye geçmişler ve tamamen şehit olmuşlardır. Fakat bu hamle işe yaramış, düşman kuvvetleri ilerleyemediği için geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu sefer tarihe geçecek cümleyi İtilaf Devletleri sarf etmişlerdir “Çanakkale Geçilmez !” Çanakkale’de düşmanın geri püskürtülmesinden sonra Atatürk önce Edirne’de sonra da Diyarbakır’da görevler üstlenerek 1916 yılında tümgeneral oldu. Daha sonra doğudan Saldıran Rus güçlerini püskürtmek üzere Doğu Anadolu’da görev aldı. Bu sayede Muş ve Bitlis Ruslardan geri alındı. Bir süre Güney cephesinde görev yaptıktan sonra buradaki Osmanlı askeri varlığının tükenme noktasına geldiği 1917 yılında İstanbul’a çağırıldı. Burada Harbiye Savaş Bakanlığında çalışmaya başladı. Bir süre sonra o zamanlar veliaht konumundaki Vahidettin Efendi’nin yaverliğini yaptı, onunla birlikte Avrupa’da temaslarda bulundu. Bu zaman diliminde azılı bir hastalık geçirdi ve Viyana’da tedavi olarak hastalığı atlattı. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından bir gün sonra tekrar cepheye dönme durumu oluştu, Yıldırım Orduları komutanlığına atandı. Ama bu ordu iki hafta sonra terhis edilince Harbiye Bakanlığı’nda göreve başladı. Atatürk’ün 9. Ordu Müfettişi Olarak Görevlendirilmesi O yıllar Osmanlı İmparatorluğunun 1. Dünya Savaşını kaybettiği ve devletin yıkılma noktasına geldiği yıllardı. Savaş mağlubiyetle neticelenince o ana dek ülkeyi fiilen yöneten İttihat ve Terakki Fırkası kendini feshetmiş, üyeleri de sağa sola kaçmışlardı. 13 Kasım 1918 tarihinde düşman kuvvetleri savaşla geçemedikleri Çanakkale Boğazını savaşmaksızın geçerek İstanbul’u işgal edivermişlerdi. Padişah adeta düşman kuvvetlerinin elinde rehin tutuluyordu. Tahta 3 Temmuz 1918 yılında geçen padişah Vahidettin ve eniştesi olan sadrazam Damat Ferit Paşa gerek ülke yönetiminde yeterli tecrübeye sahip olmamaları, gerekse de ülkenin içinde bulunduğu geri dönülemez çöküş süreci nedeniyle öncelikli olarak kendi can ve makamlarını korumaya çalışıyorlar, işgal kuvvetlerini kızdırmamaya çalışıyorlardı. Atatürk ise “Bu vatan nasıl kurtulur, halk yeniden nasıl hürriyetine kavuşur ?” planları yapıyordu. Ülkenin düzlüğe çıkması için dostu düşmanı karşısına alıp canı pahasına milli mücadelenin başlatılması gerektiğini düşünüyordu. Mustafa Kemal’e bu sırada bir fırsat doğdu. Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince Osmanlı ordusunun terhis edilmesi gerekiyordu. Fakat Ankara’da konuşlu 20. Ordunun komutanı Ali Fuat Paşa Cebesoy ve Erzurum’daki 15. Ordunun komutanı Kazım Karabekir Paşa ordularını dağıtmamışlardı. Ayrıca yurtta işgale karşı halk direnişi vardı. Müttefik İşgal Kuvvetleri Yüksek Komutanı Edmund Allenby bu duruma yumuşak fakat etkili bir çözüm buldu. Padişahın yakın bir adamı bu paşaları ikna ederse, ordular dağılacak, halk da ordulara güvenip ayaklanamayacaktı. Bu iş için seçilen kişi Yaver-i Fahri Hazret-i Şehriyari yani Padişahın onursal yaveri ünvanına sahip Mustafa Kemal’di. Bu paşalar sıradan bir devlet görevlisi tarafından ikna edilemezdi. Mustafa Kemal’in görevi paşalara gidip “Boş yere düşman kuvvetlerine direnmeyin , bakın Güney Cephesinde İngilizlere nasıl yenildik, bizi yine yenerler!” demesiydi. Yani iknacı ve yatıştırıcı olarak görevlendirilmişti. Ona bu iş için verilen resmi görev 9. Ordu müfettişliği idi. Atatürk verilen görevin zorluğu ve paşaların ısrarını gerekçe göstererek bir müfettişe verilmeyecek kadar fazla yetki istedi. Hazırlattığı yetki belgesi ona Genel Kurmay Başkanında bile bulunmayacak derecede üst düzey yetkiler içeriyordu. Bir yolunu bulup bu yetki belgesini imzalattı. Onu görevlendirenlerin amacı başka, onun amacı ise bambaşka idi. Atatürk Nutuk adlı eserinde imzalattığı bu yetki belgesinin esas amacı için bir paravan olduğunu ve bu belgeyi imzalayanların imza aşamasında kendisine olağanüstü yetkiler verdiklerine tam olarak vakıf olamadıklarını belirtir. 9. Ordu müfettişi olarak Bandırma Vapuru ile Karadeniz’e açılan Atatürk 1919 yılı 19 Mayısında Samsun’a ulaştı. Bölgenin ileri gelenleri ile görüşmeler yaparak bir dizi toplantı organize etti. Aynı zamanla ilgili yerlerle telgraf ve kuryeler ile gizli temaslarda da bulundu. Atatürk bu görüşmeleri yaparken adeta çoklu santranç oyunu oynamıştır. İtilaf Devletlerini onlara yönelik bir hareket başlatmadığı yönünde ikna etmesi gerekiyordu. İstanbul hükümetine ise anarşiyi sonlandırmak için çalıştığını söylüyordu. Dini otoritelerin desteğini kazanmak için onlara düşmanların yurttan atılarak gayrimüslim unsurların temizleneceğini söylüyordu. Ermeni ve Rum unsurlara karşı Türk ve Müslüman yerel idareci ve güç odaklarının desteğini topluyordu. 22 Haziran 1919 ’da yayınlanan Amasya Genelgesi İstanbul hükümetinden bağımsız bir halk hareketinin başladığı duyuruluyordu. “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracaktır” Atatürk’ün başlattığı bağımsızlık hareketinin iktidar karşıtı organizasyona dönüşeceğinden endişelen padişah Vahidettin onu geri çağırdı. Görevinin bittiği yönünde telgraflar göndertti. Fakat Atatürk çıktığı yolda yürümeye kararlıydı. Bu yüzden 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni tertip ederek bağımsızlık yönünde nasıl bir yolda ilerleneceği yönünde kararlar alındı. Padişah Vahidettin ve İstanbul hükümetinin işgalcilere karşı pasif bir tutum izlemesi nedeniyle Atatürk önderliğinde başlatılan bu bağımsızlık mücadelesine halk ve bürokrat desteği büyük oldu. Atatürk kongrelerde alınan kararlarda İtilaf Devletlerinin aleyhine bir söz bulunmamasına dikkat etti. Böylece İtilaf Devletlerinin bu harekete düşmanca bir tavır alması da önlenmiş oldu. Ne zannediyorlardı ? Atatürk izlediği usta manevralarla bağımsızlık hareketine destek vermekte çekingen davranacakları belli olan kesimlerin desteğini almak, hareketin önünü kesmek isteyenleri de yanılmak için algı operasyonu yaptı Vahidettin ve İstanbul Hükümeti Onu geniş yetkilerle donatırken sadece anarşi unsurlarını yok edeceği, paşaları terhise ikna edeceği ve düşmana karşı ayaklanan halkı yatıştıracağını düşünmekte idiler. İtilaf Devletleri Mustafa Kemal vasıtasıyla orduyu terhis ettirip işgalleri kolaylaştıracaklardı. Yerel Türk Çeteler Rum ve Ermeni unsurları temizleyip kendilerinin bölgelerinde daha fazla söz sahibi olacaklarını düşünüyorlardı. Rum ve Ermeni Çeteler Onlar Atatürk’e asla sempati ile bakmadılar ama bağımsızlık hareketi iktidar karşıtı bir harekete dönüşürse Müslüman güçler birbiri ile savaşır ve zayıflar diye düşünüyorlardı. Din Adamları İtilaf Devletleri ve gayrimüslim unsurların temizlenip, daha sonra Atatürk’ün yeniden padişahım emrine gireceğini düşünüyordu. Destek olan eski bürokrat ve askerler Yurdu selamete çıkarıp, daha sonra saltanata destek olacağını düşünüyor idiler. Halk Halk da din adamları ve eski bürokratlar gibi Atatürk’ün zararlı unsurları temizleyip daha sonra Meşrutiyet İdaresine tabi olacağını düşünüyorlardı. Ne oldu ? Vahidettin ve İstanbul Hükümeti Önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin ilan edilmesi, daha sonra da 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Atatürk’ün niyetinin sadece anarşi unsurlarını temizlemek olmadığını anladılar. Vahidettin hatıralarında Türk halkının ve devlet idarecilerin saltanatın kaldırılacağına izin vermeyeceğini düşündüğünü fakat bunda yanıldığını belirtir. İtilaf Devletleri Atatürk’ün kendi amaçlarına hizmet etmeyeceğini anlayınca onun başlattığı bağımsızlık hareketini durdurmak istediler. Fakat Atatürk onlarla bir sorunu olmadığı konusunda teminat verince muhalif bir hareketin bölünmeye hatta Osmanlı’nın tamamen yıkılmasına vesile olabileceği düşüncesiyle “bekle gör” politikası uyguladılar. Atatürk’ün başlattığı hareketin saltanatı kaldıracağı yönündeki tahminleri doğru çıktı fakat yurdun zararlı unsurlardan temizlenmesi, parçalamak istedikleri vatanın bağımsız ve tek parça Cumhuriyet haline gelmesi istedikleri bir şey değildi. Yerel Türk Çeteleri Milli mücadeleye destek olsalar da olmasalar da Ankara hükümetine tabi olmayanlar dağıtıldı ve yok edildi, bölgelerinde söz sahibi olamadılar. Rum ve Ermeni Çeteler Atatürk’ün bu denli başarılı olacağını ummuyorlardı, hüsrana uğradılar. Din Adamları Milli mücadelenin başarıya ulaşması nedeniyle verdikleri desteklerin boşa gitmediğini görünce Atatürk’e minnettar kaldılar. Fakat Cumhuriyet döneminde hükümet icraatlarına muhalif olanlar İstiklal Mahkemelerinde yargılandı. Eski Bürokrat ve Askerler 1 Kasım 1922’ye kadar Atatürk’ün yüksek potansiyeli hakkındaki tahminleri doğru çıktı. Saltanatın kaldırılmasına itiraz edenler de oldu, destekleyenler de oldu. Halk Milli Mücadelenin başarıya ulaşması ve bağımsız bir devlet kurulması herkesi mutlu etti. Halkın içinde saltanatın devam etmesi gerektiğini düşünenler vardı, onlar hayal kırıklığına uğradılar. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Kurtuluş Savaşı İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline tepki olarak atılan kurşunla 15 Mayıs 1919 tarihinde yani Atatürk’ün Milli Mücadeleyi başlatmak için Samsun’a gidişinden 4 gün önce başlamıştı. Başsız ve organize olmayan direnişin, ne istediğini bilen düşman kuvvetlerine karşı başarılı olamayacağı muhakkaktı. Atatürk önce halk arasında birliği sağladı sonra da halk direnişini örgütlü hale getirdi. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ardından Ankara’ya tarih 27 Aralık 1919 gelen Atatürk’ü coşkulu ve sevinçli bir kalabalık karşıladı. 12 Ocak 1920’de Misakı Milli’yi Milli And İçme ilan eden İstanbul Meclisi İtilaf Devletlerince kapattırıldı. Çünkü Misakı Milli Türklerin yaşadığı bazı petrol bölgelerinin Türk yurdu olduğunu açıklıyordu. Birkaç ay sonra 23 Nisan 1920’de artık iş göremez hale gelen İstanbul Meclisinin yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Atatürk ise geniş yetkiler ile meclis başkanı oldu. Bu gelişme dostları sevindirse de düşmanları daha da saldırgan hale getirmişti. İngilizler Yunan ve Kürt kozunu oynadılar. Padişah ve ekibi Atatürk’ün önderlik ettiği harekete karşı net bir tavır koydular, çeşitli yerlerde ayaklanmalar çıkardılar. Kurtuluş Savaşında en büyük mücadele İngilizlerin desteği ile Anadolu’ya çıkarma yapan Yunanlılar ile olmuştur. Uzun süren savaş nedeniyle ordumuz ve lojistik desteğimiz sıfırlanmıştı. Kalan zayıf birlikler de Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince terhis edilmiş, sivilleştirilmişti. Yunan ordusu ise savaşa yeni başlıyordu, lojistik gücü de sağlamdı. Atatürk Batı Anadolu’ya yayılan Yunan işgallerine karşı Türk tarihinde pek rastlanılmayan “ricat” yani geri çekilme taktiğini uyguladı. Bu taktik yaklaşık yüzyıl önce 1812 Rusların Napolyon’u mağlup ettiği savaş taktiğine benziyordu. Ruslar benzer taktikle kendilerinden güçlü olan Hitler’i de mağlup etmişlerdi. Türkler ise asla bu taktiğe başvurmazlardı. Düşmanı önde karşılarlar ve vatan toprağının çiğnenmemesi için hat müdafası yaparlardı. Atatürk taktik gereği düşmanın ilerlemesine ve Anadolu içlerine dağılmasına izin veriyor, daha sonra düşmanın bilmediği bir yere hat savunması kurdurup pusuya düşürüyordu. Düşman karşı saldırıya geçince de zayiat vermemek için geri çekiliyordu. Zafer kazandığını düşünen düşman ilerliyor daha sonra bilmediği bir coğrafyada yine pusuya düşüyordu. Bu savaşlarının bir çoğuna İsmet İnönü komutanlık etmiştir. Yunan Devleti Anadolu’daki işgal planında ciddi derecede hatalar yapmıştır. Yunanlılara İngilizlerin taşeronluğunu yapması için verilen ödül İzmir çevresi ve Doğu Trakya’dır. Ordularını Anadolu içlerine dağıtmayıp bu bölgelerde kalsalar idi sınırlı güçlerini, sayısız savaş deneyimi yaşamış Mustafa Kemal ve komutanlarına meze etmezlerdi. Netice itibariyle tükenmiş ve küllerinden yeniden doğmuş Türk Ordusu 23 Ağustos’ta karşı atağa geçip bir aydan kısa bir sürede Yunanlıları yurttan kovmuştur. Batıda kazanılan zaferler Doğu ve Güney cephelerinde zafer kazanılmasından sonra olmuştur. 1917’deki devrim nedeniyle iç işleri ile uğraşan Ruslar ve onların destekledikleri Ermeniler Doğu Anadolu’daki hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmışladır. Irak ve Arabistan’daki petrol yataklarına kavuşan İngilizler gerek savaşın onları da yıpratması gerekse de Anadolu’yu işgal etme düşüncesinin astarı yüzünden pahalıya geleceği düşüncesi ile Sevr’deki sınırların Kuzeyine çıkma gereği görmemişlerdir. Fransızlar savaş sonu ganimetinden aslan payı alan İngilizlere kızıp desteklerini çekmiş, Antep ve Urfa’da ciddi bir halk direnişi ile karşılaşınca Suriye’ye çekilmiştir. İtalyanlar ise Türk toprağını elinde bulundurmak için kan dökmek gerektiğini anlayınca işgal ettikleri bölgeleri sıkıntı çıkarmadan terk etmişlerdir. Kurtuluş savaşı sonunda Atatürk’ün çözmesi gereken iki önemli sorun vardı. Birincisi halen İngiliz işgali altında olan ve Musul ve Kerkük içerisinde kalan petrol sahalarının geri alınması, ikincisi ise dünyanın incisi İstanbul’un geri alınması idi. İngilizlere karşı halk direnişleri cılız kalmış, Kürt aşiretlerinin isyanları bu Musul-Kerkük Bölgesinden vazgeçmemize neden olmuştur. Boğazlar konusunda ise düşman devletler birbiriyle anlaşamadıkları için bizim lehimize çözüm bulunmuştur. Saltanatın Kaldırılması ve Cumhuriyetin İlanı 9 Eylül’de yurttaki son Yunan askeri de denize dökülmüştür. Vatan düşmandan temizlenince Atatürk başlangıçtan beri planladığı şeyi hayata geçirmenin vakti geldiğini anladı. Silah arkadaşlarına saltanatın kaldırılması gerektiğini, kendini bile savunmakta güçlük çeken Türk Milletinin “Halife” sıfatıyla tüm İslam aleminin koruyuculuğunu üstlenmesinin gülünç olduğunu belirtti. Başta Rauf Bey ve Kazım Karabekir olmak üzere en yakın silah arkadaşları bile buna karşı çıktılar. O ana dek benimsedikleri öğretiler saltanat makamının kutsallığını işaret ediyordu çünkü. Fakat hayatı imkansızlıklarla mücadeleyle geçen Atatürk Nutuk’ta yer alan ifadesiyle “Ya kelleler gidecek, ya da gitmeyecek fakat bu iş olacak!” diyerek arkadaşlarını ikna etmiş ve 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması ve imzalanmasına rağmen yürürlüğe girmeyen Sevr Antlaşmasından sonra artık kalıcı bir barışa ihtiyaç vardı. Uzun süren görüşmeler ve çetin pazarlıklar sonucunda Saltanatın kaldırılmasının bu pazarlıklarda bizim lehimize olduğu söylenebilir 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde barış antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ile bir takım isteklerden feda edip Türk Devletinin bağımsızlığı sağlanmıştır. Bu gelişmeyi 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı izlemiştir. Cumhuriyet Döneminde Atatürk’ün Hayatı Cumhuriyetin ilanından sonra oybirliği ile Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk hayatı boyunca edindiği tecrübelerden yola çıkarak bir takım inkılaplar yapmıştır. Bu inkılaplar genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çehresini değiştirmiştir. Hayatını ulusunun modernleşmesine adayan Atatürk eğitim alanından, hukuk alanına, sanayinin geliştirilmesinden harflerin değiştirilmesine kadar bir çok köklü değişiklik yaptı. Onlardan birisi de Soyadı Kanunu’dur. Bu kanun çıktıktan sonra ona “Atatürk” soyadı verilmiştir. Devlet hayatı yurt içi ve yurt dışı gezilerle geçen Atatürk asker kökenli olmasına rağmen “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sloganıyla barışçıl bir devlet yönetimi gösterdi. Fakat ülkede meydana gelen radikal değişiklikleri onaylamayanlar da vardı, onlara da müsamaha göstermedi. Siyaset ve Askerlik alanında üst düzey başarılara imza atan Atatürk evlilik hayatında mesut olamadı. Evlendiği Latife hanımdan kısa bir süre sonra boşandı. Evlat hasretini manevi evlatları ile giderdi. Atatürk 10 Kasım 1938 yılında 57 yaşındayken vefat etti.
atatürk ün o zamanlar vatandaşı olduğu ülke